27 Aralık 2014 Cumartesi

Bana Göre AŞK...



Beynimin içinde yetmiş bin tane cümle var. Hangisini kursam da hangi konudan içimi döksem bilemiyorum. 

O halde bugünün konusu aşk olsun. Zira uzun süredir uzağım kendisinden.

Aşk benim için hiç de hoş bir şey değil. Hep üzen acıdan yaralayan bir şey oldu.

Bir şey aşk… Belli bir şey değil zaten. Herkesin hayatında garip bir şey… Kimsenin anlam veremediği ve genellikle yanlış kişiye olan şey aşk… Olmaması gereken bir şey çoğunlukla aşk…

Gerçek aşk;- bana göre tabi ki- karşılığı olmayan bir şey aynı zamanda… İki insanın birbirini sevmesi başka bir olgu… Aşk her zaman tek başına, aşka yakışan yalnızlık…

Nasıl emin olabilir ki bir insan karşısındakinin kendisine aynı onun sevdiği gibi  deli divane olduğuna…  Her insan çeşit çeşit yaratılmışken, kimse kimseye benzemezken aşk nasıl birbirinin aynı olur… Kimse kimseyi aynı şekilde, aynı derecede, aynı hiddetle sevemez. Aşka yalnızlık yakışır ya, belki de ondan…

Aşk adamı aptal yerine koyar… Siz sanıyorsunuz ki şimdi ben onun gözünün içine baktığımda o da benim gözlerime hayran kalıyor ben onunkilere vurulurken… Yalan… Sırf kandırmacası kalbin, sizi bencilce oyuna getiriyor, ona daha çok aşık olun diye…

Utanmadan bir de rüyalarınıza sokuyor onu. Tüm gününüzü meşgul etmesi yetmiyor da bir rüyalarınızda rahat vermiyor size…

Aslında durup düşünseniz belki de sevmeyeceksiniz onu ama aşk düşünmenize izin vermiyor. Sadece sevgi odaklı kurcalıyor içinizi…

Yakınınıza yaklaşınca, hiç düşünmediğiniz bir anda karşınıza çıkınca bir de pırpır etmeye başlıyor kalbiniz değil mi? Ani tepkiden dolayı korktuğunuz için olmasın sakın o, emin misiniz aşık olduğunuza…

Ama ne zaman onu arasanız, yanınızda olsun isteseniz, inatla kayboluyor değil mi ortadan, tam da ihtiyacınız sadece ona olduğunda, tam da ona sığınmak istediğiniz de yanınızda olmuyor değil mi? Karşılığı olmayan aşk için bu stres sıkıntı niye…

Ama ne zaman lazım olmasa, kızsanız, aşk; hemen dibinizde, içinizde, beyne hükmediyor inatla kalp; “ Düşün onu düşün… Az önce ne yaptı? Şimdi ne yapıyor, düşün” sanki o sizi çok düşünüyor da, çok umurunda ya… Aptal gibi düşünün siz kalbinize yenik düşüp…

İnsan kalbi değişkenliği ile ünlüdür demişlerdi bir dizide… Kalbiyle yaşayan insan, sürekli değişen insan... Seven insan, nefret eden insan, kızan insan, küsen insan, kıskanan insan, bencileşen insan, nefsine yenik düşen insan… Aşkın sabit kalacağına inanıyor utanmadan, hiç bir şeyin aynı olmadığı dünyada, aynı görünen her şeyin bile detaylarda nasıl farklaştığına mantığı ile tanık olan insan, utanmadan aşkın aynı olabileceğine inanıyor işte… Ne cahillik…

Aşk tüm renkleri ile boyanıp geliyor önünüze. Sanıyorsunuz aşk güzel bir şey. Gökkuşağı gibi büyüleyici. Ama büyüğü bozuluveriyor güneş yağmurun taneciklerini kuruttuğunda…

İnsanlara güvenini yitirmiş insanlar, aşktan ölecek de olsalar asla kaybettikleri güvene bir daha sahip olamazlar… Belki de sırf bu yüzden aşka inanmazlar…

İnsan hayatında her şey inanmakla başlar… İman, inanç yaratılış gereği insanın ömrüne, kendine şekil veren görünmez bağdır.

Belki de aşk eskiden gerçekten vardı. İnsanlar birbiri için ölürdü. Şimdi ölen tek şey aşk. 

Eskiden aşık olmaktı belki moda, aşktan ölmek modaydı bekli de… Şimdi aldatmak moda, kandırmak in, dürüst olmak out. 

Yetmez tek kişiyi sevmek, ikisi üçü kaçı sığıyorsa koltuğa, whatappa, facebook a alabildiğince aldırmalı gönlü insanla… Gönül mü tarla mı belli değil mübareğin ki… Hala inanan var mı aşka, böyle örneklere şahit olmaya inat…

Onun saç rengi güzel, bunu şekli, onun kaşı güzel, bunu gözlerini fena… Ana fena harbi kaç kaç çok fena… Kız bizi gözüyle öldürecek hacı kaç kaç…

Eskiyi bilmem de aşk şimdi heves… Gözü, kaşı, saçı, ortamın ambiyansı güzelken insana rüzgar gibi esip geçen bir şey artık aşk… Seninle olan birkaç zaman sonra başkasıyla olacak…

Sen hala bana aşık olacak diye inan, kandır kendini… aptal…
Hemen salak gibi gelecek hayalleri kur saniye başına yedi yüz elli tane…


Kızın tekiyle samimi olduğu vakit kıskan hemen mal gibi salak… Sanki senin tapulun… Zaten tapulun olsa da sen yokken ne haltlar karıştırdığını nereden bileceksin insan… Aşık bana ben biliyorum, üzerime titriyor… Tabi canım, insanlar böcek gördü mü hemen öldürmek için onunda üzerine titriyor. Böcek sanıyor mu insan bana aşık… Böcek insandan daha akıllı yeminle, kaçıyor hemen…

Ama beni çok kıskanıyor…
Kıskanır bak buna karşı çıkamam, bazı insanlarda bencillik, ego alıp başını yürümüşken, bu mümkün… adres soran kadına sırf benimle konuşmak için sordu. Oğlum çok yakışıklıyım, acayip karizmayım kafasındaki adamı biliyorum yavrum ben… Sen onun karizmasını ezip geçtin, dünyanın en yakışıklı adamı dururken sen aptallık edip başkası ile konuştun ne gerek var. O varken, onun egosunu daha da şişirmesi gerekirken onu bundan mahrum ettin, neden… Nasıl yaparsın bunu nasıl… Tabi kıskanacak seni armut…

Evleneceğiz biz, durum çok ciddi…
Evlenin, evlenin zaten. Asıl hikaye o zaman başlıyor. Çocuklara masalları yasaklamalılar bence. Küçücükken insanın bilinçaltını yalanlarla dolduruyorlar resmen. Kimse evlenince musmutlu sona ulaşmıyor, evlilik son değil, acayip fena bir başlangıç…

Çok fena… evliğin çok fena türleri var artık… Ama öyle sanıldığı gibi acayip mutlu, pembe bir dünyası yok dünya evinin. Dünya çok güzel bir yermiş sanki de dünya evi demişler. Dünya çok fena bir yer biz bir ev yaptık da sığındık işte. Ev samandan yalnız… rüzgar geliyor ufluyor, tilki geliyor üflüyor, kurt geliyor üflüyor, ekonomi geliyor üflüyor, kayınlar geliyor üflüyor, arsız kadınlar, utanmaz adamlar geliyor üflüyor. İlla biri geliyor üflüyor. Ev bir oyana sallanıyor bir bu yana sallanıyor. Malzeme çürük artık ne yapalım… Her zaman sağlam kalamıyor bu ev bu dünyada… İnanmazsan her yıl artan boşanma istatistiklerini incele. Hadi ben yalancıyım, devlette mi yalan söylüyor. Gerçi toplasak devlet vatandaştan, her ülke ve millette daha çok yalan söyler ama neyse…

Hadi diyelim üflediler, yıktılar, sen yeniden diktin, onlar yılmadı yıktı, sen yeniden diktin, diktin…, diktin…, hep sen diktin…  nereye kadar sen. Nereye kadar kaldıracak bünyen bu kadar yıkımı, bu kadar zorlanmayı, unuttun mu sende insansın. Mutlu olmaya hakkın yok mu? Huzura ihtiyacın yok mu? Sevmenin de sınırı var. Onu sevdiğinin dörtte biri kendini sevsen ölür müsün abla… Böylede öleceksin zaten boşver. Bir de diğer türlü ölmeyi dene bakalım. Kendini severek öl en azından. Asılını istersen en çok Yaradan’ı sev abla… yaratılanı değil…

Hiçbir kul o denli çok sevilmeye layık değil aslında, onu yaradan, onunla birlikte her şeyi, seni, kainatı Yaratanı sevmek var… Aşk bence en çok Allah’ı sevmek için… Aşkın en güzel hali, en özel, en doğru hali Yaradan’ı sevmek, gerisi hep yarattığından ötürü sevilse yeter… Olması gereken sınır bu cümle Yunus Emre’nin de demek istediği gibi…

Ah bir de biz acizler bunu fark edebilsek…